Hollanda’nın başkenti neresidir? Amsterdam? Den Haag-Lahey?*


Amsterdam 12. Yüzyılda Amstel ırmağının kıyısına kurulmuş küçük bir balıkçı köyüyken bugün Hollanda’nın en kalabalık şehri…

Amsterdam’a ilk gidişim lise yıllarındaydı. Halam ve kuzenimin İstanbul’dan başladıkları bir Avrupa turuna Paris’ten katılmıştım, turun Paris sonrası duraklarından biri de Amsterdam’dı. Şehirde sadece bir gece geçirebilmiş ancak yaptığımız o ışıltılı kanal turundan sonra kendime ve Amsterdam’a, tekrar geleceğim sözü vererek ayrılmıştım oradan. Sözümü ancak 21 yıl sonra yerine getirebildim ve sonraki yıllarda bu şehir adeta ikinci şehrim oldu.

Amsterdam’ı benim için bu kadar cazip kılan ne derseniz , bence en önemlisi dilencisi dahil herkesin İngilizce konuşuyor olması. Şayet bu dilde kendinizi ifade edebiliyorsanız orada başka bir dilin – dutch-hollandaca –konuşulduğunu fark etmiyorsunuz bile…

Kanalların farklı kıldığı şehir biz İstanbullular için bir ilçe büyüklüğünde ve yürüyerek gezmek mümkün. İlk gün mutlaka bir şehir planı edinin zira iç içe kanallar ve yelpaze gibi açılan yollar bazen yanıltıcı olabiliyor.

Amsterdam’da nereleri görmeli derseniz; kalacağınız süreye göre öncelikler değişecektir…

Müzeleriyle tanınan kentte, Rijkmuseum,  Van Gogh Müzesi, Stedelijk Müzesi öncelikle görülmesi gereken müzeler. Rembrandt Evi ve Anne Frank’ın evi de önünde turistler tarafından uzun kuyruklar oluşturulan mekanlar… Rembrandt Evi resimler açısından görülmeye değer ama Anne Frank’ın evi içi aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü önündeki kuyruk beklenemeyecek kadar uzun… Dedim ya süre önemli, Rijkmuseum da çok vakit alıcı olacaktır, Van Gogh ve Stedelijk ise hem sabit hem de dönemsel misafir sergilerin olduğu müzeler.
Ben Van Gogh illaki görülmeli derim ama bu empressionist’leri sevdiğim ve yıllarca odamdaki bir Van Gogh reproduction’una bakmaya doyamadığım için benim fikrim.  Bilet kuyruğu çok uzunsa, Japonların seyahat dönemine rast geldiyseniz ve vaktiniz azsa bir sonraki gelişinize erteleyebilirsiniz…

Meşhur Konser Salonu Concert Gebouw çok ihtişamlı bir bina. Konser listelerinde Türk sanatçılarını görmek insanın ruhunu okşuyor ama bilet bulmak öyle pek de kolay olmuyor. Müzikle ilgili kişiler binanın hemen yakınındaki nota ve müzikle ilgili her türlü neşriyatı satan dükkanda keyifli vakit geçirebilirler. Oraya kadar gitmişken Kayzers’de de bir şeyler yiyip içebilirsiniz, bu café özellikle konser günleri, konser öncesi ve sonrası çok yoğun olur. Ben karidesli salatalarına bayılırım. Masaların üzerinde örtü yerine antika halılar kullanmaları da mekana ayrı bir hava katar.

Diyelim güne müze ile başladınız, benim favori müzemVan Gogh’la…  Concert Gebouw ve Rijkmuseum’a çok yakınsınız demektir, ama vaktim  az derseniz  çıkışta PC Hoofstraat’ı sorun ve o hoş sokakta yürüyüp, tüm marka dükkanların keyfini çıkarın -Bu sokak müze sokağının iki üst sokağı.
PCHooftstraat ile Hobbemastraat’ın  kesiştiği noktada sola dönerek devam ederseniz bir meydana varırsınız. Sol yanınızda hippilerin 70’li yıllardaki yatağı meşhur Voldel Park.  Hava güzelse ve vaktiniz varsa şöyle bir yürüyün parkta…. Parkın diğer ucuna doğru harika bir café ve Sinema Müzesi var. Yok devam edelim derseniz karşıya geçin ama  bisikletlere dikkat ederek, onlarla bizim yani yayaların ışıkları neredeyse aynı ve onlar hemen duramayacak kadar süratliler…
Yolun diğer tarafında bir Bateau Mouche iskelesi var, buradan gece ve gündüz kanal turlarına katılmak mümkün, buna mutlaka zaman ayırın.
İskelenin solundaki köprüden geçince çok hoş bir alışveriş meydanına geliyorsunuz. Büyük kumarhane Lido yol üstünde ama siz buraya kumar oynamaya gelmediniz, yola devam.))  Meydanın çıkışı bol tramvaylı bir yol ve solunuzda  Leidse Plein, mutlaka birileri tuhaf bir gösteri yapıyordur bu meydanda. Meydanı süsleyen Tiyatro binası ve güzelim Hotel American’ın seyri bile hoş.
Bu arada meydana şöyle bir öz gezdirince eklenmesi gereken bir ufak not; Amsterdam’da “coeffe shop” lar pek bize uyan yerler değil, bu mekanlar esrar ve diğer soft uyuşturucuların satılıp kullanıldığı mekanlar olduğu için özellikle sigara içmeyenler için tehlikeli, kafa buldurucu, aman ha dikkat!
Tam karşıdaki  Grand Cafe,  tüm meydana hakim masalarıyla mutlaka mola verilmesi gereken bir mekan…  Moladan sonra tramvayları izleyerek Leidse Straat boyunca yürüyerek kanalları sırasıyla geçin, yolun bitiminde sağdaki kanal boyu uzanan Bloemenmarkt bir sonraki durak.  Pazar günleri maalesef kapalı olan çiçekçiler pazarında hem her türlü çiçeği, hem de her türlü soğan, tohum ve hediyelik eşyayı bulmak mümkün. İnsanın tüm çiçekleri kucaklayıp götüresi geliyor. Ben ilk yucca kütüğümü buradan almış, su içinde köklendirip dikmiştim, pek keyifliydi.))
Her Amsterdam’a gelişimde ilk buraya uğrar, kendime minik bir buket ya da saksı çiçeği alır, seyahatim buyunca keyfini çıkarırım. Yaptıkları her buket ayrı bir sanat eseri.
Çiçek pazarının bitiminde kanalın diğer tarafına geçip oradaki kule “Munttoren” in altındaki geçitten Kalverstraat’a girersiniz, bizim Osmanbey kıvamında bir alışveriş sokağında bulursunuz kendinizi. Amsterdam’ın ilk alışveriş merkezi Kalvertoor bu sokakta, mutlaka girilmeli, gezilmeli. Alt kattaki Hema Hollanda’nın en ucuz mağaza zinciri, çiçek soğanı zamanı en ucuz ve kaliteli soğanlar orada, Noel zamanı en ucuz ve leziz şekerleme çikolatalar orada, Türkiye’de üretilip maalesef Türkiye’de bulunması mümkün olmayan havlu grupları orada… Abık sabık bir dolu şey almadan çıkılamayacak bir yer yani…

Kalver’in sonu Dam Meydanı ve  Kraliçe’nin saraylarından biri tüm kocamanlığıyla orada. Dam Meydanı da gösteri yapan bir çok sanatçının toplandığı bir mekan.
Meydanın bir köşesinde  Bijenkorf, Hollanda’nın en eski ve en büyük mağaza zincirinin koca binası, “gel kaybol içimde” der, diğer köşe yani Kalver’dan çıkışta sağ tarafta Madame Toussaud ayrı bir dünyaya sokmak ister sizi, karşı köşedeki kilise “Nieuve Kerk” hala kraliyet ailesinin düğünler vs için kullandığı bu kilise, yıl boyu bir çok uluslararası sergi ve organizasyona da ev sahipliği yapar.
Kilisenin yanındaki yoldan saptığınızda Magna Plaza yani eski postaneden –ben postane zamanlarına yetiştim ve hatta bir şeyler yollamışlığım bile var - alışveriş merkezine dönüşen muhteşem bina göz kırpar “pahallı ama keyifliyim”der. 

Aklı Amsterdam’ın meşhur Seks Müzesine takılmış olanlar için; Dam Meydanı’nın yanından geçen cadde “Damtrak”, Suisse Hotel ile Bijenkorf arasından devamla gara gider, bahsi geçen müze de bu cadde üzerinde sol koldadır.

Gelelim yine pek meşhur Red Light District’e… Damtrak’in  sağ tarafında Oude Kerk yani eski kiliseyi buldunuz mu hemen onun arkasındaki kanaldan karşıya geçin ve çantalarınızı garantiye alarak sokaklarda dolaşın… Gündüz gayet normal olan bu sokaklar, geceleri kırmızı ışıklı camekanlardaki hoş kadınların mekanıdır ve Amsterdam’ı gördüm diyebilmek için mutlaka geçilmesi gereken bir bölgedir.

Bir başka görülesi bölge de Jordan’dır. Magna Plaza’nın arka tarafında, kalan bu bölge (Anne Frank Evi de bu bölgededir) minik moda ve sanat dükkanlarının olduğu bir alandır. Hayal edemeyeceğiniz tuhaflık ve orjinallikteki düğmelerden tutun, ne işe yaradığını üzerindeki etiketten okuyunca helal olsun, nasıl da güzel düşünülmüş diyeceğiniz bir çok garip şeyin, harika tabloların, heykellerin, el sanatlarının satıldığı minik dükkanlar, şahane café  ve restaurant’lar, ekmek çeşitliliği ile şaşırtıcı olan fırınlar vs. hep buradadır.
Jordan’a gitmişken polisiye roman sevenlere sadece triller satan “Flagrant Delis” yi ziyaret etmelerini öneririm, bir katı dutch’ca, diğeri İngilizce kitap satan harika bir mekan.

Şayet bir Pazar günü Amsterdam’daysanız mutlaka Spui’ye gitmelisiniz. Ocak ve Şubat ayları dışında her Pazar burada  sanat pazarları kurulur,  resim, heykel, el sanatları, takı aklınıza gelen gelmeyen her şeyin satıldığı pazarlar.

Tabii Spui’ye sadece bunlar için gelmeyeceksiniz, Meydanda üniversite binalarının karşı tarafında çok şık bir giriş vardır. Bu küçük kapısı açık bir bahçe girişi gibidir. Çok güzel tavanlı küçük bir koridordan ya da entré diyelim, harika bir bahçeye / parka girersiniz:Begijnhof.  Parkın etrafı karakteristik Amsterdam evlerince çevrilmiştir. Tüm çatı modellerini trap (merdiven), kloch (çan) vs. görmek, adeta tüm mimari stilleri izlemek mümkündür. Ortasında bir şapelle – Engelse Kerk-  adeta minik bir köy gibidir bu iç bahçe/park. Bir köşesinden sırtını dayadığı Tarih Müzesini (Historische Museum) görebilirsiniz ancak o yana doğru olan kapı çoğunlukla kilitlidir.

Artık bir molayı daha hak ettiniz ve bu kaçırılmaması gereken bir mola…. Meydandaki Luxembourg’a uğramalısınız tüm hoş Hollandalılar ve hatta bazen veliaht prens  orada olur. Ctesi akşamları canlı müzik vs ile bayağı havalıdır. Eğer öğlen uğrarım derseniz mutlaka ballı, keçi peynirli salata yiyin, benim mutlaka yenmeli listemde üst sıralardadır.  

Dedim size Amsterdam öyle bir kerede, iki günde gezilmez.
Siz de benim gibi yapın, ilk keresinde kendinize ve Amsterdam’a tekrar gelme sözü verin, pişman olmazsınız.










*Amsterdam başkenttir ancak hükümet idari başkent olan
Den Haag-Lahey’dedir.

Yorumlar

  1. Amsterdam'a gidebildiğimde bu yazı rehberim olacak:) Sevgiler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Köy gibi kalmış bir köy : BALLICA

KAPI