Kayıtlar

PRAG'DA BİR GÜN

Resim
Prag’da bir gün dedim ama bir kez geldin mi günlerce kalasın gelir. Prag her geleni kendine hayran eden, her köşesinde sayısız güzellik barındıran bir şehir. İlk gidişimde her binanın resmini çekmek istemiş, bir binada bile fotoğrafı çekilecek  onlarca detayın olduğunu görüp bir süre sonra vazgeçmiştim. Prag’ı fotoğraflamaya ne telefonların, ne de makinelerin hafızası yeter. Şimdi bir günlüğüne geldiğinizi varsayalım ve  Prag’da şöyle bir dolaşalım ama güne başlamadan mutlaka bir şehir planı edinin. Geziye kaleden başlayalım derim. Her ne kadar yürüyerek gezilebilecek bir  şehir olsa da kimse güne yokuş çıkarak başlamak istemez.  22 numaralı tramvaya binmenizi öneririm.  Pražský Hrad durağının yeri alttaki linkte (kırmızı olan), indikten sonra linkte gördüğünüz yönde ilerleyip sağdaki yola sapınca yolun sonu Kale... https://en.mapy.cz/zakladni?x=14.4025919&y=50.0915749&z=17&pano=1&pid=54314081&yaw=2.015&fov=1.570&pitch=-0.214&source=pub

ÇORBA

Ne alaka demeyin... Beşiktaş'ta bahçe içindeki evimizde, süzme mercimek, sebze çorbası, tarhana, domates ve şehriye çorbalarıyla büyüdüm. Sadece evde tavuk piştiğinde tavuk suyuna terbiyeli çorba içerdik, buyon muyon yoktu mutfağımızda... Ezo gelin filmdeki Fatma Girik'ti, kebapçılar hayatımızın her köşebaşında değildi henüz, hayatımızdaki tek kebap “kestane kebap”tı ve restaurant'da değil lokantada yemek yerdik nadir gezmelerimizde... Kestane dışı kebaplarla tanışmamı takip eden kebapçı ziyaretlerimden birinde menüde Fatma Girik'le alakası olmayan bir Ezo Gelin'e rastladım... Farklıydı, güzeldi, tiryakisi oldum. 70'li yıllarda Kemal amca Amerika'dan bahçemiz için tohumlar getirmişti, biri de brokoli tohumuydu. “Bu harikadır!” dedi. Diktik, mahsul aldık, o ne! yeşil karnıbaharlar... Karnabahar gibi pişirdik ve hiç de harika bulmadık, unuttuk gitti. Yıllar sonra brokolinin faydalarını duyup moda olduğu üzre yaptığımız kremalı brokoli çorbamızı içerk

KAPI

Resim
KAPI Sabah Ballıca ormanında yürürken bir kapı gördüm... Kedilerle yaşamaktan olsa gerek "merak kediyi öldürür" sözünü yok sayarak açmaya çalıştım.... paslanmış kilidi itiraz etse de ısrarlarıma dayanamadı ve ortama hiç uymayan bir gıcırtıyla sessizliği böldü. Günün aydınlığına meydan okuyan bir karanlıkla karşı karşıya kaldım... Kedice mi davranmalı, insanca mı bilemedim. Kalp atışlarımı beynimde duyarak durdum, sakinleşmeyi bekledim ve insanlığım ağır bastı. "Fenersiz, ışıksız ne işim var bu kovukta" diyerek geriledim. Bugün cesaretim yetmedi diyerek macerayı erteledim....* *Bir roman kahramanı bu anı ertelemezdi demek ki benimki bir paragraf kahramanıymış...

Eflatun

Resim
Salih Acar’a saygı… Yıllar önce gökyüzünün eflatun, pembe,mavi ve gri tonlarında olduğu bir tablo aldım. İlkokuldan başlayarak bana gökyüzünün mavi olduğu öğretilmişti, tüm şiirler, şarkılar, hikayeler mavi gökten bahsediyordu. Tabloyu aldığımda şehir merkezinde binaların arasına sıkışmış beyaz ya da gri bulutların böldüğü, bazen mavi, bazen gri, bazen de hava kirliliğinden sarımsı bir gökyüzü altında yaşıyordum. Istanbul silueti ardında batan güneşi izlemenin ayrıcalık olduğunu farkettiğim yıllar güneşin gökyüzünü sarılar, turuncular ve kırmızılarla boyayabileceğini de öğrendiğim zamandı. Bu tablodaki renkler gerçek olamazdı ama ön plandaki zarif kuşların parlak mavisi ile o kadar güzeldi ki, duvarımda olmalıydı… Yıllar yıllar geçti, ben Ballıca’ya taşındım, tablom yeni evimin duvarına asıldı. Doğuya bakan evimde bu kez güneşin doğuşunu izlemeyi öğrendim, tepelerin, ormanın üzerinden doğan güneşin… Yine sarılar, yine turuncular ve yine kırmızılar ama hergün ayrı tonda, ayrı par

Hollanda’nın başkenti neresidir? Amsterdam? Den Haag-Lahey?*

Amsterdam 12. Yüzyılda Amstel ırmağının kıyısına kurulmuş küçük bir balıkçı köyüyken bugün Hollanda’nın en kalabalık şehri… Amsterdam’a ilk gidişim lise yıllarındaydı. Halam ve kuzenimin İstanbul’dan başladıkları bir Avrupa turuna Paris’ten katılmıştım, turun Paris sonrası duraklarından biri de Amsterdam’dı. Şehirde sadece bir gece geçirebilmiş ancak yaptığımız o ışıltılı kanal turundan sonra kendime ve Amsterdam’a, tekrar geleceğim sözü vererek ayrılmıştım oradan. Sözümü ancak 21 yıl sonra yerine getirebildim ve sonraki yıllarda bu şehir adeta ikinci şehrim oldu. Amsterdam’ı benim için bu kadar cazip kılan ne derseniz , bence en önemlisi dilencisi dahil herkesin İngilizce konuşuyor olması. Şayet bu dilde kendinizi ifade edebiliyorsanız orada başka bir dilin – dutch-hollandaca –konuşulduğunu fark etmiyorsunuz bile… Kanalların farklı kıldığı şehir biz İstanbullular için bir ilçe büyüklüğünde ve yürüyerek gezmek mümkün. İlk gün mutlaka

Köy gibi kalmış bir köy : BALLICA

Resim
Eskiden Pendik Köylerine giden TEM’in altından geçtikten sonra kıvrılarak devam eden köy yolunun İstanbul Park’ın açılmasıyla geniş bir bulvara dönüşmüş olması buralara uzun zamandır gelmeyenler için hoş bir sürpriz. Artık Pendik’in köylerine ulaşmak eskisi kadar zor değil… Ballıca Köyü’ne iki şekilde ulaşmak mümkün; dilerseniz Ballıca – Kurtdoğmuş sapağından takiple, tarlalar ve yeşilin içinden köye ulaşırsınız ya da İstanbul Park’ı da görmek istiyorum derseniz o geniş bulvardan devam ederek sonraki sapağı kullanırsınız. Bu ikinci yol sizi yoğun yeni yerleşim alanları arasından geçirecek ve sağınızda İstanbul Park, solunuzda Okan Üniversitesi Kampüsü olmak üzere Ballıca Bulvarı’nı izleyerek köye ulaşmanızı sağlayacak. Her iki yolun sonunda da kendinizi ormanlar ve yeşilin içinde bir köyde bulacaksınız; Ballıca Köyü… 400 yıllık bir yerleşim alanına kurulu Ballıca’nın bugünkü köy olarak kurucuları 1927 yılında buraya yerleşen Yörükler ve Bulgar

AT

Resim
Brezilya folklorunda bir deyiş var; Tanrı önce erkeği yarattı. Daha derin düşünerek kadını yarattı. Vakti  olduğunda da atı yarattı; ona erkeğin cesareti ve ruhunu, kadının zarafet ve güzelliğini verdi. Eski yunan efsanelerinde atın deniz tanrısı Poseidon tarafından yaratıldığı ve dalgalar arasından çıkarak geldiği anlatılırdı. Arap efsaneleri de Allah’ın atı kuzey ve güney rüzgarlarından yarattığını anlatırdı. Kızılderililer ise atın ilahi bir hediye olduğuna inanırlardı. Milyonlarca yıldır var olan atın insanla ilişkisi M.Ö. 10.000’lere dayanıyor. Önce etinden yiyecek, derisinden giyecek olarak yararlanıldı. İnsanlar sonraları tıpkı diğer hayvanlar gibi sürüler halinde beslediler neden sonradır ki M.Ö. 3.000’lerde evcilleştirildiler. O günden beri at insanlığın en paha biçilmez hizmetkarı oldu. İnsan yüzyıllar boyu atla birlikte yaşadı. Toprağı işlemek için attan yardım aldı. Yeni diyarları atla keşfetti. Ticareti atın yardımıyla