AT




Brezilya folklorunda bir deyiş var; Tanrı önce erkeği yarattı. Daha derin düşünerek kadını yarattı. Vakti  olduğunda da atı yarattı; ona erkeğin cesareti ve ruhunu, kadının zarafet ve güzelliğini verdi.
Eski yunan efsanelerinde atın deniz tanrısı Poseidon tarafından yaratıldığı ve dalgalar arasından çıkarak geldiği anlatılırdı.
Arap efsaneleri de Allah’ın atı kuzey ve güney rüzgarlarından yarattığını anlatırdı.
Kızılderililer ise atın ilahi bir hediye olduğuna inanırlardı.

Milyonlarca yıldır var olan atın insanla ilişkisi M.Ö. 10.000’lere dayanıyor. Önce etinden yiyecek, derisinden giyecek olarak yararlanıldı. İnsanlar sonraları tıpkı diğer hayvanlar gibi sürüler halinde beslediler neden sonradır ki M.Ö. 3.000’lerde evcilleştirildiler. O günden beri at insanlığın en paha biçilmez hizmetkarı oldu.

İnsan yüzyıllar boyu atla birlikte yaşadı. Toprağı işlemek için attan yardım aldı. Yeni diyarları atla keşfetti. Ticareti atın yardımıyla geliştirdi, yeni ticaret yoları oluşturdu. Savaşlarda en büyük kahramanlıkları, en önemli zaferleri at sayesinde kazandı.

At; asaleti, zarafeti, özgürlüğe olan tutkusu, bağımsız ruhu ile insanı hep kendine hayran bıraktı. Sadakati, bağlılığı, sorgusuz itaati ile hep insanın yanında oldu. Tüm bu özellikleriyle sanatçılara ilham verdi, romanlara, şiirlere, filmlere konu oldu; resimlerle, heykellerle ölümsüzleşti…
Bugün artık atın yerini ulaşımda taşıt araçları, üretim ve savaşlarda da ne mutlu ki makineler aldı. At ve insan artık  ayrılmaz bir şekilde birlikte yaşamıyorlar ancak tarihi beraberliklerini ve uyumlarını atlı sporlarla devam ettiriyorlar.

Öte yandan M.Ö. 5. Yüzyılda ilk kez uygulanan, yüzyıllarca unutulduktan sonra 20. Yüzyılda tekrar gündeme gelen atın tedavi edici özelliği de atla insanı bir kez daha bir araya getiriyor. Hipoterapi (atla terapi), hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, stres, otizm ve bedensel engellilerin tedavisinde ek terapi olarak her gün daha çok önerilir ve uygulanır oluyor.

At, hayatımızdaki önemini koruyor ve hepimizin hayatını etkilemeye devam ediyor. Benim hayatımda atın ne önemi olabilir ki diyenlere geçtiğimiz yıllarda bir dergide okuduğum yazıdan bahsetmek isterim.
Kennedy uzay aracının fırlatma rampasında, asıl yakıt tankının her iki yanındaki iki büyük füzenin yani sistemin fırlatma füzelerinin genişliklerinin yaklaşık olarak bir buçuk metre olmasını sorgulayan yazıda, daha geniş yapılması düşünülmesine rağmen bu ölçüye bağlı kalınmasının nedeni füzelerin fabrikadan fırlatma rampasına yollanacağı tren yolunun dağda geçtiği tünelin genişliğinin tren rayları arasındaki genişlik olan 1 metre 75 cm’den biraz daha geniş olmasına bağlanıyordu.
ABD’deki tren aylarını sürgündeki İngilizler yapmıştı ve İngiltere’deki rayların genişliği de 1,75 metreydi. İngiltere’deki tren raylarını yapanlar eski tramvayları yapan kişilerdi ve bu genişlik  de onların kullanmış oldukları genişlikti. Bu ölçü Avrupa’nın eski yollarının ölçüsüydü ve bu yoların bozulmaması için tramvayların şase genişliğinde de aynı ölçüye sadık kalınmıştı.

Avrupa’daki ilk uzun mesafeli yolları Roma İmparatorluğu kendi savaşçıları için yaptırmıştı. O zamandan beri kullanılan bu tekerlek izlerinden oluşan yolları Roma İmparatorluğu’nun savaş arabaları oluşturmuştu ve daha sonrakiler de arabalarının zarar görmesinden korktukları için iki tekerlek arasındaki mesafeyi aynı tutmuşlardı. Peki,  bu mesafe nasıl bulunmuştu?
Roma İmparatorluğu’nun savaş arabalarını iki at çekmekteydi ve iki atın sağrısı arasındaki mesafe 1,75 metreydi. Yani dünyanın en gelişmiş ulaşım sisteminin fırlatma füzelerinin ölçüleri neredeyse iki bin yıl önce iki atın sağrısının genişliğiyle belirlenmişti.

Asırlar boyu insana hizmet eden at bugün artık teknik ve teknolojik gelişimlere katkısı olmasa da geçmişte uygarlığın gelişimindeki desteği ve uygarlıkta bıraktığı – bugün bile hayatımıza etki eden izleriyle saygı ve sevgiyi hak etmiyor mu?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Köy gibi kalmış bir köy : BALLICA

Hollanda’nın başkenti neresidir? Amsterdam? Den Haag-Lahey?*

KAPI